بَاب
فِي قِيَامِ
شَهْرِ
رَمَضَانَ / بَاب
تَفْرِيعِ
أَبْوَابِ
شَهْرِ
رَمَضَانَ
1. Ramazan Ay'ı
Gecelerini (İhya Etmenin Fazileti)
حَدَّثَنَا
الْحَسَنُ
بْنُ عَلِيٍّ
وَمُحَمَّدُ
بْنُ
الْمُتَوَكِّلِ
قَالَا حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الرَّزَّاقِ
أَخْبَرَنَا
مَعْمَرٌ
قَالَ
الْحَسَنُ
فِي حَدِيثِهِ
وَمَالِكُ
بْنُ أَنَسٍ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَنْ أَبِي
سَلَمَةَ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
قَالَ كَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يُرَغِّبُ
فِي قِيَامِ
رَمَضَانَ مِنْ
غَيْرِ أَنْ
يَأْمُرَهُمْ
بِعَزِيمَةٍ
ثُمَّ
يَقُولُ مَنْ
قَامَ
رَمَضَانَ
إِيمَانًا
وَاحْتِسَابًا
غُفِرَ لَهُ
مَا تَقَدَّمَ
مِنْ
ذَنْبِهِ
فَتُوُفِّيَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَالْأَمْرُ
عَلَى ذَلِكَ
ثُمَّ كَانَ
الْأَمْرُ
عَلَى ذَلِكَ
فِي
خِلَافَةِ
أَبِي بَكْرٍ
رَضِيَ اللَّهُ
عَنْهُ
وَصَدْرًا
مِنْ
خِلَافَةِ عُمَرَ
رَضِيَ
اللَّهُ
عَنْهُ قَالَ
أَبُو دَاوُد
وَكَذَا
رَوَاهُ
عُقَيْلٌ
وَيُونُسُ وَأَبُو
أُوَيْسٍ
مَنْ قَامَ
رَمَضَانَ وَرَوَى
عُقَيْلٌ
مَنْ صَامَ
رَمَضَانَ
وَقَامَهُ
Ebü Hureyre (r.a.)'den;
demiştir ki: Resûlullah (s.a.v.) kesin emir vermemekle beraber Ramazan(m
gecelerini) ihyaya teşvik ederdi. Sonra "kim inanarak ve (ecrini) umarak
Ramazanı(n gecelerini) ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır"
buyururdu. Durum böyle iken Resûhıllah (s.a.v.) vefat etti. Ebû Bekr'in
halifeliği döneminde ve Ömer (r.a.)'in halifeliğinin ilk yıllarında da durum
böyleydi.
Ebû Dâvud dedi ki: Bu
hadisi Ukayl bile Yûnus ve Ebû Uveys de aynı şekilde "Kim Ramazanın
(gecelerini) ihya ederse..." diye rivayet etti(ler).
Ukayl ise, aynı hadisi
bir de; "Kim Ramazanda (gündüzleri) oruç tutar geceleri de namaz kılarak
onu ihya ederse" (şeklinde) rivayet etti.
Diğer tahric: Buhârî,
teravih; Müslim, müsâfirîn; Tirmizî, savm; Nesaî, kıyamü'l-leyl, siyam; İbn
Mâce, ikâme; siyam; Muvatta', ramazan; Dârimî, savm
AÇIKLAMA:
Metinde geçen
"imânen ve ihtisâben" tâbirleri 'inanarak ve hesaba katarak"
anlamına gelirler. Bu tâbirlerle anlatılmak istenen şudur: "Her kim hak olduğunu
kabul ve tasdik ederek, ihlâsla, riya ve sümâ'dan uzak, sadece Allah'ın
rızasını düşünerek Ramazan gecelerini ihya eder ve gündüzlerini de
oruçluolarak'geçirirse, geçmiş günâhları affolunur." Hattâbi'ye göre ise,
"imanen ve ihtisâben" kelimeleri "niyetlenerek ve azimet
ederek" anlamlarına gelmektedir.
Hadisin zahirinden
Ramazanın gündüzlerini oruçlu geçiren ve gecelerini de ihya eden kimsenin»
büyük küçük bütün günahlarının affolunacağı anlaşılmaktadır. Hatta
tbnü'l-Münzîr bu affa kesinlikle büyük günâhların da dâhil olduğunu
söylemiştir. Fakat gerçekte söz konusu affın kapsamına giren günâhlar sadece
küçük günahlardır. Kul hakkının ise, sahibiyle helâllaşmadıkça hiçbir şekilde
affolunmayacağını söylemeye lüzum yoktur. Nitekim İmam Nevevî burada
affedileceği müjdelenen günahların sadece küçük günahlar olduğunu söylüyor.
Îmamü'l-Harameyn de bu gerçeği kesin bir dille ifade ediyor. Kadı îyaz da bu
görüşün ehl-i sünnete ait genel bir görüş olduğunu söylüyor. Nesâî'nin
Süfyân'dan naklettiği rivayette ise, " = gelecek günâhları da
affolunur" ibaresi bulunmaktadır. Nesâî'nin rivayetinden başka daha pek
çok hadislerde de bu kelimeye rastlanmaktadır. Burada "daha işlenmedik
bir günahın, henüz mevcut olmadığı halde affı nasıl olur?" diye akla bir
soru gelebilir. Bu sorunun cevabı şöyledir: "Bu söz Allah'ın o kimseyi
ileride işleyeceği büyük günâhlardan koruyacağını ifâde eden bir kinayeden
ibarettir." Bazılarına göre de bu sözün mânâsı şudur: "Allah ileride
bu kulun işleyeceği günahları daha işler-işlemez affedecektir."[Aynî,
Umdetu'l-Kaarî, XI, 125.]
Buradaki rivayetlerde
Ramazan orucunun ve teravihin küçük günahlara keffâret olacağı bildirildiği
gibi daha başka rivayetlerde de Arefe günü tutulan orucun iki senelik
günahlara, âşûra orucunun bir senelik günahlara, bazı rivayetlerde iki yılın
ramazan oruçları aralarındaki günahlara keffâret olduğu keza iki umrenin ve
cumanın aralarındaki günahlara keffâret sayıldığı bildirilmiştir. Bu neviden
daha birçok hadisler vardır. Acaba bunların araları nasıl bulunur?
Cevâb: Evvelce de
işaret ettiğimiz gibi, bu tarz hadislerden murad, sayılan hasletlerin herbiri
küçük günâhlara keffâret olabileceğini göstermektir. Eğer günâhlar, hadislerde
gösterilen zamanlara tesadüf ederlerse, bu hasletler onlara keffâret olur.
Tesadüf etmezlerse, faillerine bakılır. Failleri henüz mükellef olmamış
küçükler olur yahut hiç küçük günâh işlememiş veya işlemiş de tevbekâr olmuş,
yahut günâhından sonra hayır, hasenat yapmış mükelleflerden olursa, böyleleri
de günahları hasenat ile giderileceğinden mezkûr hasletlerle dereceleri
yükselir, amel defterlerine hasenat yazılır. Bazıları da "büyük
günâhların bir kısmı hafifletilir" demişlerdir.[Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i
Müslim terceme ve şerhi. IV, 276.]
Hafız îbn Hacer'in ve
Nevevî'nin beyânlarına göre: "Bir ramazan gecesini ihya etmiş olmak için
o gecenin tümünü ibâdetle geçirmek şart değildir. Sadece yatsı namazıyla
birlikte teravîhi de kılmış olmak o geceyi ihya etmiş olmak için yeterlidir.
Buhârî sarihlerinden Kirmanı'nin beyânına göre, bir ramazan gecesinin ihya
edilmiş olması için yatsı namazıyla birlikte teravihi de kılmış olmanın yeterli
olduğuna dair ilim adamları arasında görüş birliği vardır."
Ancak Ramazan
gecelerini ihya etmiş olmak için bütün ramazan gecelerini ihya etmiş olmak
gerekir. Ramazanın sadece bazı gecelerini ihya etmiş olmak hadisteki müjdeye
erişmek için yeterli değildir. Hz. peygamber ümmetine farz olur korkusuyla
teravihin mescidde cemaatle kılınmasını emretmekten kaçındığı için, herkes
ramazan gecelerini evinde kendi başına ihya etmeye başlamıştı. Resûl-i Ekrem
dâr-i bekaya irtihal ettiği zaman da durum böyle idi. Hz. Ebû Bekir'in
halifeliği esnasında da aynı durum devam etmekte idi. Ancak Hz. Ömer'in
halifeliği zamanında bazı hikmet ve maslahatlar icabı mescitte cemaatle
kılınmaya başlandı. Nitekim bu mevzuda Müslim'de şöyle bir hadis vardır:
"Resulullah
(s.a.v.) kendisine hurma yaprağından, yahut hasırdan bir hücrecik yaptı da çıkıp
orada namaz kıldı. Derken bir takım adamlar kendisini tâkib ettiler ve (oraya)
gelerek onun namazına uydular. Sonra bir gece gelip orada hazır oldular.
Resulullah (s.a.v.) ağır davranarak yanlarına çıkmadı. Bunun üzerine onlar
seslerini yükselttiler ve kapıyı taşladılar. Derken Resulullah (s.a.v.) öfkeli
bir halde onların yanına çıktı ve kendilerine şunu söyledi:
"Yaptığınız şeye o
kadar devam ettiniz ki bunun size farz olacağından korktum. Binaenaleyh siz bu
namazı evlerinizde kılmalısınız. Çünkü farz namaz müstesna, kişinin en hayırlı
namazı evinde kıldığı namazdır."[Müslim, müsâfirîn]
Ayrıca 1373 numaralı
hadis-i şerifte ifâde edildiği üzere Resûl-i Ekrem (s.a.v.) halkın iki gece
kendisine uyarak namazı cemaatle kumalarına ses çıkarmamış. Ancak sözü geçen
hâdise üçüncü gece cereyan etmiştir. Şevkâ-nî'nin beyânına göre, Resûl-i
Ekrem'in halkın teravihi iki gece arkalarında kılmalarına izin verdiği halde,
üçüncü gece üzerlerine farz olur korkusuyla izin vermemesi Ramazan gecelerinde
nafileleri cemaatle kılmanın meşru olduğunu gösterir.[Şevkânî, Neylu'l-Evtâr,
III, 62.]
İmam Şâtıbî'nin
beyânına göre de, Resûl-i Ekrem'in bu uygulaması Ramazanda nafile namazları
mescidde cemaatle kılmanın meşru olduğunu, fakat henüz vahy ve teşri' zamanı
olduğu için halkın teravihi cemaatle edasının üzerlerine farz kılınmasına sebeb
olur endişesiyle bundan vazgeçtiğini gösterir.[eş-Şâtıbî, el-t'tisâm, I, 256.]
Bu durum Hz. Ebû
Bekr'in halifeliği döneminde de aynı şekilde devam etti. İmam Şâtibî'ye göre
Hz. Ebû Bekr'in teravihin cemaatle kılınmasını sağ-lamayışının başlıca iki
sebebi vardır:
a. O'nun içtihadına
göre "gece namazlarını gecenin son vaktinde kılmak daha faziletlidir.'Bu
bakımdan halkın teravihi gecenin son bölümünde evlerinde ayrı ayrı kılmalarını
gecenin daha ilk saatlerinde toplu halde mescidde kılmalarına tercih etmiştir.
b. Dinden dönenlerle
meşgul olurken teravih meselesinde yeni bir düzenlemeye girişme imkânı
bulamamıştır. Çünkü dinden dönen kimselerle o gün için mücâdele etmek teravih
namazının mescidde ve cemaatle kılınmasını ele almaktan daha mühim
idi.[eş-Şatibî, el-t'tisam, I, 256.]
Hz, Ömer de kendi
halifelik döneminin ilk yıllarında bu meseleyle ilgilenmemişti. Nihayet
Ramazan gecesi mescidde herkesin ayrı ayrı dağınık bir şekilde kendi başına
namaz kılmakta olduğunu görünce bunların teravih namazlarım cemaatle
kılmalarının daha doğru olacağını düşünerek buna karar verdi ve hemen
uygulamaya geçilmesini te'min etti. Sonra bir gece baktı ki cemaat imamlarıyla
birlikte teravih kılıyorlar, bunu görünce çok sevindi ve "Bu ne güzel bir
bid'attir"[Buhârî, teravih; Muvatta; ramazan] buyurdu. Rivayetler Hz.
Ömer'in uygulamaya geçtiği tarihin hicretin 14. senesine rastladığını
kaydetmektedirler.
Hz. Ömer bununla da
kalmadı. Belli başlı bütün yerleşim merkezlerine haber göndererek teravihin
cemaatle kılınmasını emretti. Medine'de biri erkeklere, biri de kadınlara
olmak üzere iki imam tayin etti.[Tabakatu'I-kübrâ, III, 202; Tarihu'l-Taberî,
III, 490, VI, 209.]
İmam Mâlik'in
rivayetine göre Hz. Ömer, imam olarak tayin ettiği Übeyy b. Ka'b ile Temim
ed-Dârî'ye; "halka onbir rekat namaz kıldırmalarım emretti. Gerçekten bu
rivayet, Müslim'in şu hadisine de uygun düşmektedir:
Hz. Âişe dedi ki:
Resûlullah (s.a.v.) ne
ramazanda ne de ramazandan başka gecelerde onbir rekattan fazla namaz kılmış
değildir. Dört rekat namaz kılardı. Artık onların güzelliğini ve uzunluğunu
sorma! Sonra dört rekat (daha) kılardı. Onların da güzelliğini ve uzunluğunu
sorma! Sonra üç rekat namaz kılardı ben; "ya Resulullah vitri kılmadan mı
uyursun?, dedim. Resûlullah (s.a.v.):
"Ya Âişe!
Gerçekten benim gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz" buyurdu.[Müslim,
müsâfirîn; Muvatta' ramazan; Buhârî, teravih]
Fakat yine İmam Mâlik'in
Yezid b. Rûman'dan naklettiği bir hadiste Hz. Ömer zamanında halkın teravihi 23
rekat olarak kıldığı ifâde edilirken diğer bir rivayette de yirmi bir rekat
olarak kıldığı söz konusudur.[Muvatta' ramazan; Neylü'l-Evtâr, III, 63.]
Öyleyse Hz. Ömer,
Peygamber (s.a.v.)'in dâr-ı bekaya irtihâl etmesiyle vahy ve teşrî' döneminin
sona erdiğini ve teravihin cemaatle edasının farz kılınması tehlikesinin
ortadan kalktığını görerek artık halkın bunu cemaatle kılmasında bir sakıncanın
kalmadığını anlamış ve hemen uygulamaya geçmiştir. Çünkü yukarıda da
belirttiğimiz gibi Resûl-i Ekrem'in namaz kılarken kendisine uyarak teravih
namazı kılanlara üç gece ses çıkarmaması teravihin cemaatle kılınmasının meşru'
olduğuna en büyük delildir. Çünkü dinî bir meselede cevaz sabit olunca, Hz.
Peygamberin vefatından sonra o cevazı yürürlükten kaldıracak yeni bir hüküm
olamaz. Hz. Ömer'in bu uygulamasına seleften hiç bir kimse karşı çıkmamıştır.
Bu da teravihin cemaatle kılınmasının caiz olduğuna dair icma' bulunduğunu gösterir.
Hz. Ömer'in; "bu
ne güzel bid'attir" sözüne bakarak, teravihi cemaatle kılmanın bid'at
olduğunu zannetmek doğru değildir. Çünkü Hz. Ömer buradaki bid'at sözünü lügat
manasında kullanmış, ıstılahı mânâsında kullanmamıştır. Başka bir deyişle Hz.
Ömer bu sözüyle "dinin aslında bulunmadığı halde sonradan ihdas edilmiş
bir ibâdet şekli" kast etmemiş, bilâkis "dinde yeri olduğu halde o
güne kadar uygulamaya konulamayan fakat yeni uygulamaya konulabilen bir ibâdet
şeklini" kast etmiştir.
el-İ'lisânı, I, 257. Fazla bilgi için bk. M. Baltacı, Menhecu Ömer b.
el-Hattab fi't-teşri",s. 343-348.